top of page
Yazarın fotoğrafıAli Tanrısever

deniz, kaz ve ben

bugün saat 16.00 da kızımın nikahı var... bodrum nikah dairesi’nde evleniyor kızım… uyuyamadım, fotoğraf makinemi aldım ve otel odamdan çıktım… akyarlar’ın o sakin, sessiz, insana huzur veren kıyısına indim. sabahın sessizliğinde kumla sabah sevişmesini yapan denizin yanından sessizce geçip teknelerin yan yana salındığı iskeleye geldim…


iki teknenin arasındaki daracık boşlukta ağlara takılmış balık gibi çırpınan denize baktım. deniz de insanın kafasını karıştırabilecek bir bakışla bana baktı...


“bu alemin tüm sırlarını bilirim ben.” diyen bir bakışla… böyle bir bakışın karşısında kayıtsız kalamadım ve “kızım gidiyor” dedim denize. “gidiyor mu” dedi deniz. “ona gidiyor denmez hem; buradan bakışla gidiyor olan, gittiği yerden bakışla geliyor olabilir,” dedi deniz.


insanın kafasını karıştırabilen bir deniz… “bu alemin tüm sırlarını bilirim ben” diyen, ukala bir deniz. “seni gören de, ettiği laflara bakınca okyanuslar, deryalar zanneder. iki tekne arasından sızan günün ilk ışıklarının, bölük pörçük aydınlattığı bir karanlık koridorda, kıyıyı kemiren bir buçuk metre genişliğindeki bir su parçasısın alt tarafı,” dedim.


sonra da kendime “sabah sabah bu agresiflik de neyin nesi?..” diye sordum. ama cümlemi beğendim… iyi kurgulanmış, güzel bir cümleydi… öznesi, yüklemi, benzetmeleri yerli yerinde…


“ukalaya, ukalaca karşılık vereceksin,” dedim kendime…

bir güven geldi üzerime... “ben babayım!..” dedim. “o senin bildiğin iskele babalarından değil!..”

deniz sakince “iyi misin sen kardeşim?..” dedi bana.

ukala mukala ama anlayışlı bir denizdi… ukala sözüne, ukalaca cevap vermeme, tekrar ukalaca cevap vererek bu saçmalığı sürdürmedi. sürdürse, ben de sürdürebilirdim. istediğim zaman bir denizden daha ukala olabileceğime özgüvenim tamdı…


“bulunduğu yer dar ama, ufku geniş bu denizin,” dedim içimden… “aferin!” dedim tekrar kendime, “deniz-ufuk” iyiydi bu da…


“iyilik veya kötülük değil mesele,” dedim. “iyilik ve kötülük sen ararsan var olur,” dedi tok bir ses yan taraftan. o yöne dündüm ve “ya, sen ne diyorsun allah’ın kazı” dedim… evet, kaza dedim.

orada durup lafa giren kaza…

denize baktım “aldırma sen ona” der gibi göz kırptı deniz.

“ne aldıracağım allah’ın kazına” der gibi göz kırptım denize…

kendime daha yakın buldum birden denizi.


ve “iyilik veya kötülük değil mesele” dedim tekrar denize doğru bakarak, kazı hiç kâale almadan… “anlıyorum” dedi kaz...

anlamayan herkes gibi, anlıyorum demek ihtiyacı hisseden kaz…

“agresif ve sıkıntılı biri,” dedi denize bakarak benim hakkımda.

ama bu sefer biraz anlamıştı…

bu sefer kaz ben orada yokmuşum gibi denize hitap etti. beni kâale almayarak, “insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcıdır,” dedi. kaz dedi bunu…

denize dedi. beni kâale almayarak…

“murakami” dedim denize… kaza hiç bakmadan… “murakami’den bir cümle duymuş bir yerlerden, burada üfürüyor,” dedim.

ve devam ettim “farkındaysan söylediklerinin konumuz ile hiç alakası yok...” deniz “aldırma sen ona” bakışını tekrar yöneltti bana.

ben denizin bana yönelttiği bakışı aldım, kendi bakışımla birleştirip kaza yönelttim… denizin “aldırma sen ona” bakışıyla, benim “aldırmıyorum sana, ama” bakışım birleşince çok karizma bir bakış olduğunu hissettim... o karizma bakışla kaza , “sen ‘sahilde kazsın’ dedim… ‘kafka’ değil!..” kaz hiçbir şey demedi... kabul ettim ki bakışım etkili olmuştu. ve yine kabul ettim ki ağır konuşmuştum...


üzülmedim… “kaz, kazlığını bilecek arkadaş,” dedim kendime.


ve tekrar “iyilik veya kötülük değil mesele,” dedim denize… “mesele hayat” dedim. “anlam” dedim… “hayatın anlamı” demedim!.. “mesele eser,” dedim… “nedir bu hayatta benim eserim” demedim!..

sözüm, kelimesi olmayan cevaplar gibi havada asılı kaldı... bir an havada sallandı… sonra denize düştü… batmadı… suyun üzerinde bir iki çırpındı… can havliyle sözüm, gözlerimin önünde yüzmeyi öğreniyordu. benim ve kazın şaşkın bakışları arasında...

önce kaza, sonra denize baktım…

ne oldu o “bu alemin tüm sırlarını bilirim ben” bakışlarınıza dedim...

denize dedim… kaza sadece baktım…


buna rağmen kaz konuştu. “belki de bütün babalar farklı farklı, parça parça bir eser yarattıklarını düşünürler ve parçaların önemini kavrayamazlar. ama aslında yarattıkları büyük ve tek bir eserdir. ve bu eseri yaratmak bütün bir ömürlerini alır. eserleri; kızlarıdır...” dedi. kaz dedi bunu!..

deniz sustu… ben de sustum.


“iki fotoğraf çek ve buradan uza!” dedim kendime… önce kazın, sonra denizin fotoğrafını çektim.

bir şey söylemedim… deniz de bir şey söylemedi... ama denizin üzerinde henüz uyanmamış, sabah mahmurluğunda bir sürü nazar boncuğu gördüm. objektifin içinden... onlarca nazar boncuğu…

arkamı döndüm yürümeye başladım. yine konuşan kaz oldu, “bir de bazı babalar vardır ki daha bir kazla, bir ördeği bile birbirinden ayıramazlar!..”


utandım… ama dönüp “ördek mi?!” demedim… diyemedim… dönüp bakarak, o pis sırıtışını görmek istemedim…



ali tanrısever 25 temmuz 2015 | perşembe saat 06.00 | akyarlar - bodrum


Comments


bottom of page