top of page
  • Yazarın fotoğrafı: BODRUMDergi
    BODRUMDergi
  • 24 Kas 2022
  • 4 dakikada okunur
Günümüzde her yıl 1,3 trilyon ton gıda israf edilirken dünya üzerindeki 829 milyon insan da trajik biçimde açlıkla mücadele ediyor. Hâlbuki her yıl israf edilen tonlarca gıda, açlık çeken insanların ihtiyacını fazlasıyla karşılayabilir. Daha vahim olanı, 2019’dan 2022’ye kadar yetersiz beslenen insan sayısı 150 milyon kadar artmış durumda. Özellikle de gelişmemiş ülkelerdeki gıda güvensizliği, çatışmaların ve iklim krizinin getirdiği etkilerle şiddetlenmeye devam ediyor. Gıda israfı aynı zamanda karbondioksit salınımına da sebep olarak iklim krizini tetikliyor. Elbette, Dünya’da bu kadar insan açlıkla mücadele ederken trilyonlarca ton gıdanın israf edilmesi büyük bir adaletsizlik ve çözülmesi gereken acil bir sorun. Bu israfın, tükettiği kaynakları ve gezegenimize verdiği zararları da düşündüğümüzde israfı önlemek adına atılacak adımlar büyük önem taşıyor. Peki ama nasıl? İşte sizlere 10 adımda israf önleme rehberi…


01- Listeyle alışveriş yapın

Alışverişe çıkmadan önce kendinize bir liste hazırlayın ve sadece o listedeki ürünleri almak için markete gidin. Bu liste dışında gördüğünüz ürünler ihtiyaç dışı ürünler olacak ve israf olma riski olacağından bunları almayarak gıda israfıyla mücadelede önemli bir yol kat etmiş olacaksınız.


02- Son kullanma tarihine dikkat

Ambalajlı gıdaların üzerinde yer alan “Son Kullanma Tarihi” yiyeceği hangi tarihe kadar tüketebileceğinizin bilgisini verir. Yiyecekleri son kullanma tarihinden sonra tüketmek güvenli olmadığı için satın alırken mutlaka tarihleri kontrol edin. Son Kullanma Tarihi, genellikle süt ve süt ürünleri, et, yumurta, et ürünleri, dondurulmuş gıdalar ve ambalajlı gıdalarda kullanılıyor. Son Kullanma Tarihi (SKT) olan gıdalar israfı önlemek adına stoklanmamalı ve son kullanma tarihine kadar tüketilebilecek miktarlarda alınmalı. Tavsiye Edilen Tüketim Tarihi (TETT) ise son tüketim tarihine oranla daha esnek. Kuru fasulye, mercimek gibi kuru gıdalar ile makarna gibi tahılların ambalajlarında yer alan Tavsiye Edilen Tüketim Tarihi içerisinde güvenle tüketilebilir.

03- Buzdolabınıza bakmadan alışverişe çıkmayın

Buzdolabınızda eksik olan ürünlere bakmadan, neye ihtiyacınız olduğunu tam olarak belirlemeden yeni bir ürün almanız demek çoğu zaman buzdolabında bozulmuş ürünlerle karşılaşacağınız anlamına gelecektir. Bu nedenle mutlaka alışveriş öncesi ihtiyaçlarınızı kontrol ederek alışveriş yapın.


04- Bozulmak üzere olan gıdaları farklı tariflerde değerlendirin

Kuru gıda dolabında ve buzdolabında bulunan yiyecekleri düzenli olarak kontrol edin ve son kullanma tarihleri yaklaşan gıdaları, israfı önlemek adına mutlaka tüketin. Gıda tüketiminde son alınanın daha sonra tüketilmesine, daha önce aldığınız ürünleri ise öncelikli tüketmeye dikkat ederek israfın önünü kesebilirsiniz. Fakat bazen bozulmasa da dolapta fazla beklemiş bir yemeği tüketmek istemeyebilirsiniz. Bu aşamada bu yemeği değerlendirebileceğiniz alternatif yemekler üretebilirsiniz. Tazeliğini kaybetmeye başlayan sebzeleri; çorba veya börek yapımında veya sebzeli omlet ile sebzeli makarnalar yaparak değerlendirmeniz mümkün.



05- Pişirdiğiniz yemeklerin kalanlarını dondurun

Yemekleri küçük porsiyonlarda servis edin, yeterli değilse tükettikten sonra biraz daha ekleyebilirsiniz. Böylece tabağa fazla alınan yiyeceğin israfını önlemiş olursunuz. Ertesi günün öğle yemeğinde, bir gün önce tüketemediğiniz yiyecekleri değerlendirin. Pişirdiğiniz yemekler fazla ise daha sonra tüketmek üzere dondurun. Yiyeceklerinizi sokaklardaki dostlarımız olan hayvanlar ile de paylaşabilirsiniz.

06- Hâlâ tüketebileceğinizden fazla yemek varsa paylaşın

Henüz tazeliğini koruyan fakat porsiyon olarak size fazla geleceğini düşündüğünüz yemeklerinizi paylaşmayı deneyin. Ailenize, arkadaşlarınıza veya iş arkadaşlarınıza ikramlarda bulunun. Yemeğe aile ve arkadaşlarınızı davet ederek birlikte tüketin. Yine de fazla yiyecekleriniz kalıyorsa bu gıdaları kabul edebilecek ve bunları ihtiyaç sahiplerine dağıtabilecek kurumlar olup olmadığını araştırabilirsiniz. Örneğin Ajinomoto’nun Türkiye’de 2017’den beri Çorbada Tuzun Olsun Derneği ile yürüttüğü çorba dağıtımı, Çorbada Tuzun Olsun Derneği’nin çorba sponsorluğu ve Temel İhtiyaç Derneği’ne (TİDER) yaptığı gıda bağışı gibi projeleri bulunuyor. Bu projeler hem ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı kolaylaştırırken hem de israfın önüne geçiyor, sosyal sorumluluk bilincini geliştiriyor.

07- Gıda artanlarını çorbada kullanın

Birçok besinin artık olarak görülen bazı kısımları farklı yemeklerde kullanılabiliyor. Örneğin brokoli pişireceğinizde veya salata yapacağınızda saplarını kesip atmak yerine pişirilebilir ve brokoli çorbasında değerlendirebilirsiniz. Eğer besinin artık kısımlarını değerlendirmek mümkün değilse kompost yapımında kullanabilirsiniz. “Kompost nedir” diyenlere kısaca açıklayalım: Kompost, bitkisel kaynaklı gıda artıklarının mikroorganizmalar tarafından biyolojik olarak parçalandığı, verimli toprağı besleyen koyu, topraksı, besleyici, zengin bir materyal hâline getirilmiş hâlidir. Kompost, gübreye göre daha ekonomik ve organik bir seçenek olmakla birlikte gıda artıklarının değerlendirilmesine ve israfın önüne geçilmesine de büyük destek olur. Diğer yandan karışık sebze çorbası yapmak istiyor fakat her gıdayı ekonomik anlamda almanın maliyet yükünü taşımak istemiyorsanız da sağlıklı ve hijyenik çözümler bulmanız mümkün. Örneğin, Bizim Mutfak, çorba yapmak için ihtiyaç duyulan bakliyat ve tahılları ayrı ayrı almak yerine, tüm bu besleyici içeriğe tek bir pakette ulaşılmasını sağlayan Bakliyatlı Çorbalar ürün serisini ilk kez piyasaya süren ve hazır çorba kategorisini baştan tanımlayan marka olmuştu. Türk tüketicileri Superfoods (Süper Besinler) trendiyle tanıştıran Bizim Mutfak markasının “Superfoods” Çorba Serisi’ni deneyerek hem tasarruflu hem de sağlıklı gıdaya ulaşabilir, israf ihtimalini de minimuma indirebilirsiniz.



08- Doğru yöntemlerle saklayın

Kimi gıdalar buzdolabında, kimi de dışarıda saklanmalı. Aldığınız gıdaları saklamak için en doğru yöntemleri araştırın ve bunları uygulayın. Bu şekilde aldığınız gıdaları daha uzun süre kullanabilecek ve israfın önüne geçmiş olacaksınız.


09- Önceden aldığınız gıdaları tüketin

Son tüketim tarihlerine mutlaka dikkat edin. Daha önceden aldığınız gıdalara tüketmek üzere öncelik verin, böylece onlar bozulmadan tüketilmiş ve çöpe atılmamış olacaklar. Daha sonra yeni aldığınız ürünleri sağlıkla tüketebilirsiniz.


10- Gerçekleri unutmayın

Dünyada, gezegendeki herkesi beslemeye yetecek kadar gıda üretiliyor. Buna rağmen Dünya çapında 829 milyon kadar insan her gece aç yatıyor. Küçük çiftçiler, çobanlar ve balıkçılar küresel gıda arzının yaklaşık yüzde 70’ini karşılamalarına rağmen gıda güvencesizliğine karşı özellikle de onlar savunmasızlar. Çatışma, açlığın bir nedeni ve sonucu. Öyle ki 2020’de 23 ülkede 99,1 milyon insan için açlığın başlıca nedeni çatışmalar oldu. Dünya çapında 5 yaşın altındaki tahmini 14 milyon çocuk, israfın bir sonucu olarak şiddetli akut yetersiz beslenmeden muzdarip. Yetersiz beslenen çocukların sadece yüzde 25’i hayat kurtaran tedaviye erişebiliyor.



Gıda Kaybının Önüne Geçmek Mümkün

2015 yılında dünya liderleri yeni bir dizi Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) belirlediler. Bunlardan biri, 2030 yılına kadar “açlığı sona erdirmek, gıda güvenliğini ve gelişmiş beslenmeyi sağlamak ve sürdürülebilir tarımı teşvik etmek.” BM, dünyanın bu hedefe ulaşma yolunda kaydettiği ilerlemeyi göstermek üzere yayınladığı raporunda şu verilere yer verdi: “Dünyada yetersiz beslenen insanların oranı 2000-2004’te yüzde 15’ten 2020’de yüzde 9,9’a düştü. Bodurluk (kronik yetersiz beslenme nedeniyle yaşlarına göre çok kısa olan çocuklar) oranı 5 yaşın altındaki çocuklarda 2000 yılında yüzde 33’ken 2019’da yüzde 21,3 olarak kaydedildi.”


  • Yazarın fotoğrafı: Ali Tanrısever
    Ali Tanrısever
  • 7 Eyl 2022
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 17 Eyl 2022

“yaşamımız boyunca içimizde biriken sırlar zamanla sırtımızda koskoca bir yük oluyor, bu yükün altında eziliyor, hayatımızı karartıyoruz. oysa başka insanlara, hatta hiç tanımadığımız, bir daha görmeyeceğimizi düşündüğümüz insanlara bu sırlarımızı anlatmalı, sırlarımızla onları geçici bir süre de olsa üzmekten çekinmemeli, insanlardan, insanlıktan nefret edecek olmalarına aldırış etmemeli, gerekiyorsa onları derinden yaralamalı sonra da huzur içinde kaldığımız yerden hayatımıza devam etmeliydik.


anlatacağım olay 2009 yılının nisan ayında geçti. tam tarih isterseniz, 20 nisan 2009. olay mahalli; van gölü ekspresi. bu olayı düne kadar tamamen unutmuştum. bana yeniden hatırlatan ve onu yazmaya değer bir hikâye hâline getiren, internette dolanırken bir yabancı dergide gördüğüm fotoğraf ve altındaki haber oldu.

hikâyenin başına, yani 2009 yılına dönersek, istanbul-haydarpaşa’dan bindiğim trende yolculuğum yataklı vagonda başlamış, vagon elektrik sistemlerindeki arıza nedeniyle eskişehir’de trenden ayrılınca kuşetli vagonda devam etmişti. ve ister istemez vatandaştan tecrit edilmiş yataklı vagondaki hayatımdan, trenin doğal ahalisi arasına karışmıştım.

beni altı kişilik kompartımanlardan boş bir tanesi bulunamadığından tek bir yaşlı amcanın seyahat ettiği kompartımana yerleştirdiler. başında kilim desenli el örgüsü beresi, üzerinde eprimiş yine el örgüsü hırkası ile oturan kırlaşmış seyrek sakallı amca, güler yüzle selamladı beni. sırt çantamı üstteki rafa yerleştirip karşısına, pencere kenarına oturdum. hiç tanımadığım insanlar için iyi bir yol arkadaşı olamamışımdır. yolculuklarda hiç konuşkan değilimdir. çok konuşanı da sevmem. allah’tan amca pek konuşkan görünmüyordu. aradan geçen yarım saatte sırf sohbete başlamış olmak için “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun” diye bile sormadı. pencere önündeki açılır kapanır metal rafın üzerinde duran deri kılıfın içinden çıkardığı sigara kağıdına buruşuk elleriyle mahir bir şeklide tütünü yerleştirip sardı, dilinin ucuyla ıslatıp yapıştırdığı mükemmel sigarasını iki parmağı arasına kıstırıp kompartımandan çıkmadan önce “tüttürür müsün bir tane de sen” diye sordu. “yok” dedim, kullanmadığımı söyleyip teşekkür ettim. cevap vermeden sürgülü kapıyı açıp çıktı ve arkasından tekrar sürdü, kapattı. koridorda açık pencere önünde sohbet eden iki jandarma erinin yanında sigarasını yaktı ve dışarı doğru üfürdü ilk dumanını. onu izlemeyi bırakıp sırtımı koridora verdim ve pencereden dışarı bakacak şekilde soğuk deri kanepeye boylu boyunca uzandım. pencereden ardı ardına geçen telefon direkleri ve bembeyaz bulutlar uykumu getirmeye, göz kapaklarımı zorlamaya başlamıştı.

ve sonunda trenin beşik gibi sarsıntısı ve tekerlerin ninni gibi gelen takırtıları arasında uyumuşum. uyandığımda amca cam kenarındaki yerinde oturuyordu ve adeta benimle etmekte olduğu derin bir sohbetin içindeydi. sanki ben uyurken sohbet ediyorduk. daha doğrusu o bana bir şey anlatıyordu ve ben dinliyordum. uykumda! benim uyandığımı görünce devam etti sohbetine. “efendim” dedim uyku sersemliği içinde. “duyamadım” diye yeniledim. “sırlarımız” dedi amca. “hayatımızın önemli olaylarını kendimize ait bir sır olarak saklıyor, buna karşılık önemsiz, saçma sapan, gülünç olaylarını ballandıra ballandıra, uzata uzata herkesle paylaşıyoruz.” diye devam etti.

neden bahsettiğini, bunu nereden çıkardığını, bu konuya nasıl geldiğimizi anlayamamanın verdiği şaşkınlık içinde evet dercesine başımı salladım, dediklerini tasdik ettim. o, devam etti. “yaşamımız boyunca içimizde biriken bu sırlar zamanla sırtımızda koskoca bir yük oluyor, bu yükün altında eziliyor, hayatımızı karartıyoruz. oysa başka insanlara, hatta hiç tanımadığımız, bir daha görmeyeceğimizi düşündüğümüz insanlara bu sırlarımızı anlatmalı, sırlarımızla onları geçici bir süre de olsa üzmekten çekinmemeli, insanlardan, insanlıktan nefret edecek olmalarına aldırış etmemeli, gerekiyorsa onları derinden yaralamalı sonra da huzur içinde kaldığımız yerden hayatımıza devam etmeliydik. hiçbir şey olmamış gibi. sırlarımızı bu insanlara açmaktan sakınmamalı, utanç duygusundan yoksun olmalıydık” dedi ve pencereden dışarı baktı.

düzgünce kurduğu cümleler, meramını anlatmadaki ustalığı ve kullandığı kelimeler karşısında şaşkına dönmüştüm. o anda konuşmakta olduğum amca uyumadan önce gördüğüm amca mıydı, yoksa ben rüyada mıydım ayırdına varamıyordum.


uykunun da verdiği sersemlik içinde bir cevap verip sohbeti anlamlandırmaya çalıştım ve “sırlarımızla hiç tanımadığımız insanların canını sıkmak iyi bir davranış şekli mi” diye sordum. amca soruma cevap veriyormuş gibi değil, monoloğuna devam ediyormuş gibi, “içindeki huzursuzluğu, huzuru yerinde görünen birine bulaştırabilme gücü, her huzursuz insanın elinde tuttuğu bir silahtır” dedi ve devam etti. “içinde ne varsa huzurlu insanın üzerine boşaltır, bir hayatı daha piç etmenin geçici rahatlığı ile baş başa kalırsın. kim bilir belki huzuru yerinde olan insanlar da bir şeylerin yanlış gittiğini, yaşamlarında yanlış bir şeylerin var olduğunu, kendisinin de diğerleri gibi huzursuz olması gerektiğini düşünüyor olabilir” diye sürdürdü konuşmasını. ben de cümlesinin devamını getirdim. “işte artık ona da huzursuz bir birey olarak aralarına katılma şansı verilmiştir. hoş gelmiştir huzursuzluk kardeşliğine!” dedim.

amca gülümseyerek “kapıyorsun işi” dedi. senden iyi bir “anlatıcı” olacak. “anlatıcı mı” dedim. evet dedi “anlatıcı.” olayı yavaş yavaş çözmeye başlamıştım. amcanın bana anlatıp rahatlayacağı, huzur bulacağı ve kendini bir yükten kurtaracağı bir sırrı vardı ve bunu bana anlatacaktı. hiç uzatmadan sordum.

“yani senin de bir sırrın var ve bunu bana anlatıp huzur bulacaksın, öyle mi” dedim. cevap vermeden devam etti. “olay bugün Pakistan toprakları içinde olan Kotal ordu karargâh alanında geçti” dedi. “O zamanlar bu yer ingiliz sömürgesi altındaki hindistan topraklarıydı. senin orada ne işin vardı dersen onu dedelerime sorman gerekirdi. 17 yaşlarımda bir gençtim o zamanlar. ingiliz ordu karargâhında ingilizce de bilen bir yerli olduğumdan getir götür işlerine bakan maaşlı bir eleman olarak çalışıyordum. ceymis adında bir ingiliz subayın emir eri gibi bir şeydim de aynı zamanda. bu ceymis bir gece ayakta duramayacak derecede sarhoş bir şekilde karargâha geldi. bağırmaları, çağırmaları, küfürleri ile tüm karargâhı ayağa kaldırmıştı. aslında tek bir şey söylüyor ve ardından küfrediyordu. ‘tutuklayın bu ağacı!” avluda 6-7 asker ceymis’i zor zapt ediyor, ağacı tutuklayın derken ne demek istediğini anlamıyorduk. sonra biraz sakinleşti ve avlunun ortasındaki tek ağacı işaret ederek ‘bu ağaç yalpalayarak üzerime doğru yürüdü ve beni tehdit etti’ dedi. bir ingiliz subayını tehdit edip üzerine yürüyen bu ağacın tutuklanması gerekmekteydi!


ancak ben, bir emir erinin söylemesi ve yapması gerekeni yapmamış, ağacı hemen tutuklamamış! bunun yerine, “efendim siz oldukça sarhoşsunuz, sizi odanıza götürelim ve yatıralım, yarın gereken neyse yaparız” demiştim. bunu duyan ceymis bana okkalı bir yumruk savurmuş, gözümün üzerine aldığım darbe ile acı içinde kıvranarak yere düşmüştüm. ben yerden zar zor kalkarken askerler ağacı tutukluyorlardı” dedi ve bir sigara daha sarmaya başladı. sigarasını sararken anlatmaya devam etti. “ağaç tutuklandı ve dört beş yerinden toprağa zincirlendi.” hazırladığı sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırırken ayağa kalktı ve yukarıdaki raftan küçük çantasını indirdi. tren bu sırada büyük bir sarsıntıyla durdu. koridordan gelen seslerden bir istasyona geldiğimizi anlamıştım. amca, “benim yolculuğum buraya kadar delikanlı, burada iniyorum ben” dedi ve kompartımanın kapısını sürerek dışarı çıktı. ben de arkasından koridora çıktım ve “bu anlattığın başta söylediğin gibi dinleyenin canını sıkacak, anlatıcıyı da rahatlatacak bir sır değil ki, olsa olsa hoş, komik bir anı” dedim.



amca hiçbir şey söylemeden yürüdü ve trenin basamaklarından inerek bir peronu bile bulunmayan istasyonun çıplak, toprak zeminine ayak bastı. ben pencereden kafamı çıkararak ona bakakaldım. birden dönüp pencerenin önüne doğru yürüdü. etrafına şöyle bir bakındı ve bana doğru uzandı. ben de pencereden iyice aşağı doğru sarkarak ona yaklaşmaya çalıştım. amca fısıltı hâlinde bir sesle, “ceymis o gece iki çavuşunun da yardımıyla bana tecavüz etti” dedi. durdu, benim dehşetten donakalmış hâlimden memnun olmuşçasına gülümseyerek devam etti. “ve ben onu, yaklaşık üç ay boyunca yemeklerine azar azar kattığım bir zehirle öldürdüm. tecavüzü bilen en azından üç kişi vardı ama işte bunu, benden başka bilen tek kişi şimdi sensin” dedi.


ben ikinci şokumu yaşarken yüzüne yerleşen huzurlu bir insan ifadesi ile “bir anlatıcı’nın dikkat etmesi gereken en önemli husus şudur; sırrını anlattığı kişinin yanında, onun da kendisine bir sırrını anlatmasına fırsat verecek kadar kalmamak. bu bir alış veriş değildir. bu bir diyalog, bir anlatıcı-dinleyici ilişkisi de değildir. bu bir monologdur. anlatırsın ve gidersin. senin suratındaki bu ifade, anlatıcının ödülüdür” dedi ve dönerek yürümeye başladı.

trenin durduğu istasyon uçsuz bucaksız bir ovanın ortasındaki küçük bir istasyondu. tek bir salondan oluştuğu görünen istasyon binasından başka etrafta görünen tek bir yapı yoktu. çok uzaklarda dağın yamacına yaslanmış silüet hâlinde görünen minaresiz küçük köyden başka. indiği toprak zeminde istasyona doğru yürüdü, camlı kapısını itip içeri girdi ve kayboldu. van’a ulaşana kadar ve oradan geçtiğim iran’da sürdürdüğüm seyahat boyunca aklımdan çıkmayan bu olay beni o zamanlar çok etkilemişti.


işte başta 2009 yılında olan ve benim aklımdan çıkmış gitmiş dediğim bu olayı internette “tutuklu ağaç” başlığı altında görünce yeniden hatırladım. ve amcanın bir hikâyeyle başlayan ve bir sırla biten o gecesi büyük bir anlam kazandı. ve daha da inandırıcı bir hikâye hâline geldi. size de yazabileceğim ciddi bir hikaye. amcanın anlattığı bu hikâye ile haberdeki tarih karşılaştırıldığında amcanın yüz yaşın epey üzerinde olması gerektiği bir teferruat olarak durmakta. bu hikâyenin yazarının alışkın olduğu küçük bir teferruat!“



Şöyle diyordu fotoğrafın altındaki haberde; “Pakistan’da Landi Kotal ordu karargâh alanında, sanki kaçmasını önlemek için yere zincirlenmiş bir banyan ağacı vardır. Bu hikâye, alkol etkisi altındaki James Squid adındaki bir İngiliz subayın, meydandaki balyan ağacının yalpalayarak üzerine doğru yürüdüğünü ve kendisini tehdit ettiğini, bu ağacın tutuklamasını çavuşuna söylemesiyle başlar. Çavuş çaresiz ağacı tutuklar..! ve yere zincirlerle bağlar. Aradan geçen yüzyıldan fazla zamandır ağaç bugün hâlâ zincirli bir hâlde sembol olarak alanda durmaktadır. ve üzerindeki tabelada şu sözler okunmaktadır: “ben tutuklu değilim”

her düşsel öykünün gerçek olduğunu belirtmek moda oldu günümüzde, ama benimki gerçek” diyor borges, kum kitabı öyküsünde. benimki de öyle...




Bodrum Dergi Web Sitesi © Yabancı Ses Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.

bottom of page