Moda fotoğrafçılığında minimalizm ve doğallık yükselişte. İddialı çekimleriyle öne çıkan fotoğraf sanatçısı Yunus Emre Çetin ile bu trendin moda markalarına yansımasını konuştuk.
Moda fotoğrafçısı olarak tarzınızı nasıl özetlersiniz?
Çabuk tüketilir görseller yerine, yıllarca kullanılabilecek kalitede, çalıştığım markayı ileri taşıyacak özellikte, ikonik görseller üretmeye özen gösteriyorum. Teknik olarak da çalışmalarımda genellikle doğal ışık kullanıyorum. Çekimlerimi doğada ya da bir mekânda çekmeyi tercih ederim. Eğer müşteri ya da ajans toplantısında bu konularda karar bana aitse, stüdyo, set ve yapay ışıkları kullanmamayı tercih ediyorum.
Sizi diğer moda fotoğrafçılarından farklı kılan nedir?
Ben çekimlerimde özgün tarzımı yansıtmaya özen gösteriyorum. Beni farklı kılan iki önemli şey var; ilki sanatsal ve mesleki açıdan zihnimi çok çeşitli kaynaklardan besliyorum. Filmler, diziler, kitaplar, dergiler, seyahatlerim, sanat eserleri ve önemli sanatçılara ait uluslararası çalışmalar. Bu kaynaklardan yalnızca birkaçı. Örneğin; herkes bir dizi veya filmde konuya odaklanırken ben fotoğrafik dile, ışık ve renk kullanımına odaklanıyorum. Bu özelliğim sayesinde bilinçaltım tüm bu kaynakları iyice özümsedikten sonra bunu bir şekilde harmanlayıp işime yansıtıyor. İkincisi ise işi; çekim öncesi, çekim günü ve çekim sonrası olarak kısımlara ayırıp her aşaması için ayrı bir çalışma yapıyorum. İşimi uluslararası standartlarda, tam ciddiyet ve özen içeren kurumsal zihniyetle yapıyorum.
Dünyada moda çekimlerinde yapay ışıktan uzak, doğal ve minimalist kareler yükselişte. Sizin de çekimlerinizde doğallık ve zarafet hep ön planda. Sizce bu trend moda markalarının kampanya karelerine nasıl yansıyacak?
Gelişen teknoloji ve sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle hem çok hızlı görsel üretmeye hem de üretilen görselleri çok çabuk tüketmeye başladık. Bu da beraberinde yoğun dijital düzenlemeleri, yapay zekâ destekli dev ekranlar ile gerçek mekânda çekiliyor algısı yaratan Hollywood teknolojisini ve stüdyoya hapsolmuş sahte bir gerçekliği getirdi. İyi saç ve makyaj yapmak, iyi mekân bulmak, doğal ışığı iyi değerlendirmek, iyi fotoğraf çekmek gibi yetenek ve zaman gerektiren işler yerini teknolojik imkânlara, dijital ekipmanlara ve bilgisayar başındaki düzenlemelere bıraktı. Bu noktada ben de fotoğrafın ve fotoğrafçılığın özünün korunması gerektiği düşüncesinden yola çıkarak fotoğrafta doğal ışık ve doğal mekânların kullanılmasını, retouch aşamasında ise dijital manipülasyondan uzak, kusurların mümkün olduğunca doğal bir şekilde, minimum dijital müdahale ile kapatılmasını savunan doğallık trendine yöneldim. Fikrin özünde fotoğrafın gerçeği yansıtması gerektiği, sade ve doğal bir dili olması gerektiği var. Nitekim yurt içinde ve yurt dışında da artık bu konuda adımlar atılmaya başlandı. Norveç’te kabul edilen sosyal medya yasası da bu durumun somut bir ispatı oldu. Yasaya göre artık paylaşılan bir fotoğrafta Photoshop yapıldığını belirtmemek suç sayılacak. Bu gelişmeyi minimalizm ve doğala geçiş fikri adına atılan olumlu bir adım olarak görüyorum.
“Yurt dışında ofis açarak uluslararası alanda tanınırlığımı artırmak, farklı coğrafyalarda önemli projelere imza atmak istiyorum. Şimdilik fizibilite aşamasındayım ancak yakın gelecekte bu konuda girişimlerde bulunabilirim.”